Kürsüden gelen ses sanki benim adım idi.. Emin değildim, listede adı geçen konuşmacıların sonuncusu sunumunu yapmış ve inmişti. Eline az önce sıkıştırılan kağıda biraz daha dikkatlice bakan sunucu çağrısını yeniden denerken, bir kaç göz bana doğru dikilmiş, bekliyordu. Böylesine güzide bir topluluğa derdimi anlatmak fırsatının doğması beni ne kadar heyecanlandırmış ise de, hazırlıksız olmak da o kadar endişelendirmişti. Kürsüye doğru yaklaşırken, düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum.
Elime tutuşturulan mikrofonu ağzıma yaklaştırıp,
- Merhaba
derken ağzımın tamamen kuruduğunu farkettim. Suya ihtiyacım vardı..
- Su var mı?
Sözlerim zoraki bir şekilde çıkmış ve toplantı odasının bir yanından diğerine yankılanmıştı.. Benim sunucuyu anlamadığım gibi o da beni anlamamış, beni kürsüye çağırdığına pişman olmuş gibi bir haldeydi. Diğer tarafta toplantı salonunun içinde bir panidk oluşmuş, beni anlayanlar..
Su, su getirin diye bağırışıyor, birilerine acele bir şekilde koşuşturuyor, bana su yetiştirmeye çalışıyorlardı..
Getirilen suyu, birazda çekinerek, kupkuru olmuş ağız ve boğazımdan aşağı indirirken, suyun gerçekten de ne kadar yüce bir nimet olduğunu bir kere daha anlıyor ve getirenlere
- Allah sizlerden razı olsun
demekten kendimi alıkoyamıyordum.
Biraz kendime gelmiş bir şekilde toplantı salonundaki yüzlerce yüze bakmaya çalıştım. Bir kaç kişi haricinde kimseyi tanımıyordum. Ama onların yüzlerindeki ifadeyi, merhameti okuyabiliyordum.
Ne güzel insanlardı bunlar.. Boğazı kuruyan birisine su yetiştirmek için panik yaratmış ve acilen de yetiştirilmesini sağlamışlardı..
- Bu güzel ülkemin, güzel insanları..
diye bir cümle döküldü yüreğimden. Övmeyi ve övülmeyi hiç öğretmemişlerdi bizlere.. Ama gerçek buydu.
- Bir damla suya ihtiyacı olan bu şanslı kişiye, bana, göstermiş olduğunuz bu merhamet sizlerin gerçekte ne kadar muhteşem insanlar olduğunuzun ispatıdır. Allah sizlerden gani gani razı olsun.
- Olsun da.. Ya katledilmiş 20 Milyon insanımız.. Onlara neden hiç merhamet göstermezsiniz?
20 Milyon katledilmiş insanımız mı? O da nerden çıktı? Böylesine merhamet anından sonra, tokat gibi yapıştırılan böyle bir soru, hatta doğrudan suçlama karşısında donmuş olan yüz ifadeleri, sunucunun bir kere daha duyduğu pişmanlık hali.. Eee ne yapayım.. Başlamıştım bir kere.. Bu konuşma nasıl bitecekti bende merak etmeye başlamıştım.
- 1821'de başlayan Yunan İhtilali ile Balkanlarda, Kafkaslarda, Arap topraklarında ve daha sonrası, Çarlık Rusya'nın ve Sovyetlerin daha 1991'e kadar Türkistan'da katlettikleri insan sayımızı hiç hesaplayanınız oldu mu?
- Bunlar sizlerin dedeleriniz, amcalarınız, dayılarınız, halalarınız ve onların kundaktaki veya daha doğmamış balalarıydı. Çok müteşekkir olduğum bu rahmetinizi onlara da hiç gösterdiniz mi?
- Bir saniye gerisine dönemediğimiz bu hayatta, evet, onlara merhamet etsek ne olacak ki, diyeceksiniz ve haklısınız..
- Ya daha dün denecek kadar yakın bir zaman diliminde, 1992-1995 yılları arasında Bosna'da "Türk ve Müslüman" oldukları için katlediler 250 Bin insanımıza? Ya 1992'de Hocalı'da soykırıma uğrayan Türk'lere? Ya 1997'de Gulca katliamlarında öldürülenlere? Doğru, onlar için hiç birimizin bugün yapabilecek hiç bir şeyi yok aslında.. Değil mi?
- Şu salonun bir yanından diğerine bakarken genç yüzler görüyorum. Türk'e karşı yapılan bu katliamlar olurken sizler bu dünyada bile yoktunuz.. Neden benim gibi birisi çıkıp, sizden hesap sorar, sizleri suçlu hissettirir diye beni içinizden sorguladığınızı gözlerinizden okur gibiyim.. Hatta bana içinizden haklı olarak kızıyorsunuzdur da..
- Size hak veriyorum, geçmişte bu insanlarımızın katline neden olanlar da artık bu dünyada değil, ahiretteler. Ve onlar için hiç birimizin yapacak hiç bir şeyi yok.
- Doğru..
- Ya kendinize, kendi çocuklarınıza, torunlarınıza ve hatta daha doğmamış neslinize? Onlara karşı merhametiniz?
- Eyy Merhametli Türk, bugün içinde yaşıyor olduğumuz bu yeni dünya düzeninde zayıfların sömürge olarak kullanıldığı, emperyalist güçler tarafından zulüm edildiği bu "Yeni Dünya Düzeni"nde, yer altı ve yer üstünde zengin doğal kaynaklarının bol olduğu topraklara sahip olan sen ve senin neslin namlunun ucundadır.. Görmez misin? Geçmişte atalarına karşı yapılan katliamlar sana ve senin nesline yapılmayacak, yapılmıyor mu sanırsın?
- Senin ve neslinin geleceği güvende olduğunu mu var sayarsın?
- Eğer öyle sanıyor ve akşam kafanı yastığına rahat koyuyorsan, üzgünüm ama söylemek zorundayım.. Eyy Türk, sen, sinsi bir kuşatmanın içindesin. Yine söylüyorum, Seni gafil avlayacaklar! Haberin olduğunda, zaten çok geç kalınmış olacak.
- Onun için derim ki.. Kendin için, balaların için, neslin için cepheye inme zamanı şimdidir, yarın değil!
- Bu cephe atalarının bildiği ve senin atalarından duyduğun cepheden farklıdır. Bu cephe senin masa başındır, oturma odan, mahalle kahvehanesi, işte şu an bulunduğumuz bu gibi toplantı alanlarıdır.
- Bu cephelerde sesin yay, sözün ok olmalı, gözleri açabilmeli, gönülleri alevlendirmelidir.
- Eyy Türk, bu alevlenen gönüllerde bir kere daha ergenekon ateşini yakabilmeli, bizi çevreleyen bu görünmez demir dağları eritip, kardeş devletlerle birliğimizi kurmalıyız. Ve ancak, ve işte o zaman iri ve diri olur, etrafımızı saran 7 düvele karşı dik durabilir, insanımıza ve topraklarımıza sahip çıkacak güce erişiriz.
- İşte o zaman, gerçek merhametini göstermiş, nesline yapılacak zulüm ve katliamların önüne geçmiş Türk'ü ilelebet barış, huzur ve refah içinde yaşatacak Türk Devletler Birliği'nin temellerini atmış olmanın güvencesi ile rahat olabilirsin.
- Ey Türk, var mısın bir kere daha şaha kalkmaya?
- Var mısın, bir kere daha yüce bir devlet kurmaya?
- Var mısın, Birleşmiş Milletlerde Veto hakkına sahip bir dünya gücü olmaya?
- Var mısın, ilelebet barış, huzur ve refah içinde, onur ve gururla yaşamaya?
- Var mısın?
..
- Öyleyse, Eyy Merhametli Türk, bu muhteşem yarınları yaşamak ve nesline yaşatmak için yarın değil, bugün, hemde şimdi cepheye çıkmaya ve var gücünle mücadeleye VAR MISIN?
..
9 Aralik, 2018